Osmanlı’yı Birtakım Dalaverelerle Gizli Gizli Yöneten Cüceler: Nasuh ile Cuhud (Hem de İmparatorluk En Geniş Sınırlarındayken!)
5 mins read

Osmanlı’yı Birtakım Dalaverelerle Gizli Gizli Yöneten Cüceler: Nasuh ile Cuhud (Hem de İmparatorluk En Geniş Sınırlarındayken!)

Cüceler, kamburlar, Habeşiler (Etiyopyalı siyahîler)… Bugün onlara karşı herhangi bir ayrımcılık kabul edilemez olsa da geçmişte yalnızca dış görünüşleri bile toplumda alay konusu olmaları için yeterliydi maalesef.

Dolayısıyla ülke yönettiklerini, önemli makamlarda bulunduklarını, hatta bir dünya imparatorluğu olan Osmanlı’yı yönetmeyi bırakın, ciddiye alınır bir konuma geldiklerini dahi hayal etmek zor.

İçerikteki görseller yapay zekâ aracılığıyla hazırlanmıştır.

16. yüzyılda cüce, Habeşî, kambur veya hadım iseniz saray soytarısı olabilirdiniz.

Çünkü 14., 15., 16. yüzyıl dolaylarında yalnızca sizi görmeleri bile insanların anlamsızca gülmelerine neden olurdu. Soytarılar esir pazarlarından satın alınır, saraya hediye olarak gönderilirlerdi.

Soytarılar sarayda hükümdarları eğlendirir, onlara dertlerini unuttururlardı. 

Saray soytarıları Cüce Nasuh ile Cüce Cuhud; III. Murad üzerinde, verdiği kararları etkileyecek kadar güç sahibiydi.

Tam da Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyadaki en geniş sınırlarına ulaştığı dönemden bahsediyoruz. Böyle bir dönemde dünyanın en büyük devletinin padişahını iki cücenin âdeta avucunun içine aldığını düşünebiliyor musunuz? Saray soytarıları olan Cüce Nasuh ile Cüce Cuhud önemli makamlara kimin tayin edileceği konusunda bile etki sahibilerdi.

Öyle ki, bu iki soytarı gayrimeşru yollardan büyük miktarda servet biriktirmiş, ciddi bir rüşvet ağı kurmuşlardı. Devlet görevlileri makam sahibi olabilmek için bu soytarılara rüşvet vermek zorundalardı.

Soytarı dediğimizde şaklabanlık yapan, ciddiye alınmayan komik tipler aklımıza gelir.

Soytarı olmak için sadece gülünç gözükmek hiçbir zaman yeterli değildi. Soytarıların kıvrak zekâ sahibi olmaları ve ince espriler yapabilmeleri beklenirdi. 

Soytarılar, hükümdarı en kötü zamanında bile güldürür, dertlerinden uzaklaştıracak kadar iyi hikâyeler anlatır ve karşılığında bolca bahşiş alırlardı. Tek meziyetleri güldürmek değil, aynı zamanda düşündürmekti. Bu nedenle soytarılık ciddiye alınan bir meslekti, hem de yalnızca Osmanlı’da değil dünyanın birçok yerinde.

Soytarılar şiirden, müzikten, tiyatrodan anlar, hatta bilim ve felsefe ile ilgilenirlerdi.

Görevleri hiçbir zaman kralı eğlendirmekle sınırlı değildi. En önemli görevleri, hükümdara her zaman doğruyu söylemekti. Hükümdarlar, etrafları kendilerine yaranmak isteyen sayısız kişi ile çevrili olduğundan, kendilerine doğruyu söylemeleri için bir soytarı tutarlardı.

Soytarılar, gerçekleri doğrudan söylemek yerine sanatsal yollarla ifade ederlerdi. Mizah yoluyla, şiirle, şarkı ile, dans ve kostümlerle hazırladıkları şovlarla önemli konumlardaki kişilerin foyalarını açığa çıkarırlardı.

VIII. Henry’ye ismiyle hitap eden tek kişi, onun soytarısıydı.

Sertliği ve acımasızlığı ile ünlü İngiliz Kralı VIII. Henry’nin soytarısı Will Sommers, hükümdarı ile sözünü hiç sansürlemeden dümdüz konuşabilirdi. “Majesteleri” veya “efendim” diye seslenmesine bile gerek yoktu.

IV. Leopold’un soytarısı, olası bir savaşı önlemişti.

Avusturya Dükü IV. Leopold, 1386 yılında İsviçre’ye saldırmaya hazırlanırken, hükümdarın yüzüne gerçekleri vuran tek kişi soytarısı olmuştu. Hükümdara övgüler yağdıran konsey üyelerini kastederek ‘’Sizi ahmaklar, hepiniz İsviçre’ye nasıl gireceğini biliyor da bir taneniz bile nasıl çıkabileceğini söylemiyor.’’ diyen soytarı sayesinde olası bir savaş önlendi.

Osmanlı’ya Bayezid döneminde gelen soytarılık, Batılılaşma süreci ile son buldu.

Saraylarda saray soytarıları çalıştırmanın tarihi Eski Mısır’a kadar uzanıyor. Avrupa’da da saraylarda büyük öneme sahip olan dalkavukluk mesleği, Doğu’da soytarılık şeklinde yer buldu. 

Bizde ise Abbasiler Dönemi‘nde, yani neredeyse 800’lü yıllardan başlayan soytarılık mesleği,1800’lerde Tazminat Dönemi’nde 1000 yılın ardından son buldu.

Soytarıların Nasuh ile Cuhud kadar gücü ele geçirmeleri ve kendi çıkar ağlarını kurmaları ancak yozlaşmış ve bozulmuş bir sistemde mümkündü. 

Osmanlı’da özellikle 16. yüzyıl sonlarına doğru devlet kurumlarının giderek yozlaşması ile birçok işin gayrimeşru yollarla halledilmesi âdeta bir alışkanlık hâline geldi ve bu sistemin içerisinde, saray ve hükümdar için önemli bir yeri olan soytarılar da yer aldı.

Bu ilginç gelenek, Batılılaşma ve devleti modernleştirme çabaları ile birlikte ortadan kalktı. Yozlaşmış yönetimlerde devlet işlerinin sistemler yerinebolca dalavereli ahbap-çavuş ilişkileri ile hallolması ise bugün hâlâ değişmeyen bir durum.

Kaynaklar: Murat Bardakçı – Habertürk, Amerika Bülteni

Osmanlı ve Orta Çağ’daki diğer ilginç olaylar:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir